Ben Esra telefonda seni bosaltmami ister misin?
Telefon Numaram: 00237 8000 92 32
BABANIN GÖREVİ 11
Yatağımın kenarındaki saatime bakıyordum. Zaman çok zor geçiyordu. Vücudum uyumama izin vermiyordu. Aklımdan çıkaramıyordum o anları. Sıcaklık bu kadar yükseldikten sonra nasıl uyuyabilirdim ki zaten? Mümkün değildi. Rahatlamayı bekliyordum ama öyle bir anda durmuştu ki… Kendime inanamıyordum hala. Bütün bunların nasıl olduğunu, nasıl geliştiğini anlayamıyordum. Defalarca kere o anlar kafamda dönüp duruyordu ama bana hiçbir faydası yoktu. Oğlumla… Kendi oğlumla…
Vücudum rahatlamak için nabız gibi atıyordu sanki. Kalbim durmuyordu. Vücudumun sıcaklığı hiç durmuyordu. Kalçalarımdan başlayan o sıcaklık, o ağrı, o atış… Kalp atışı gibi olan, durmak bilmeyen, beni durmadan dürten o atış… Göğüslerime kadar geliyordu, göğüs uçlarımda hissettiğim o yanma, o sızı; tarifi yoktu. Uzun zamandır böyle bir his yaşamamıştım.
“Lanet olsun sana Barkın…” diye söylendim istemsizce, kendi kendime bile konuşmamam gerekiyordu. Bunları düşünmemem, bunları yapmamam gerekiyordu. Aslında yapmamam gereken çok şey yapıyordum artık, kontrol de edemiyordum. Sonrasında ise başka bir duygu dürttü beni. Diğerlerinden daha doğru, daha sağlam temelleri olan bir duygu. Daha tanıdık bir duygu, aslında rahatlatmıştı bile diyebilirim… Suçluluk. Evet, suçluluk duyuyordum. Pişmanlık diyemezdim ama suçluluk duyuyordum. Bu olanlarda benim bir suçum vardı, olmalıydı. Yoksa bile, olmalıydı.
Burada durup oğlumu suçlayamazdım. O, sadece bir ergendi. Bu kadar. Bütün suç, bütün bunların olmasına izin veren bendeydi. Başka birinde değil. Bütün bunların kontrolden çıkmasına sebep olan da bendim.
Sağa döndüm, yastığın soğuk tarafına elimi sokup; soğuğu hissederek yüz üstü döndüm. Bir süre uzandım. Sırt üstü yattım… Hiçbir şeyin faydası olmadı. Geçmiyordu. Önce banyoyu, ardından mutfağı düşünmeye başladım. Salonu da… Tüm o sahneler, o görüntüler gözümün önünden gitmiyordu. Fakat bir şey kesinlikle gözümün önünden hiç gitmemişti. Barkın’ın o büyük, damarlı penisi. Her detayı aklımdaydı. İnanılmazdı, gerçekten inanılmazdı. Onu ben yapmıştım. Gerçek olduğuna bile inanmakta zorlanıyordum, bir hayal gibi geliyordu. Aklımın bana oynadığı bir oyun gibi. Ama onu hissetmiştim, o nedenle gerçekliğinden tamamen emindim. Ellerimle kavramış, parmak uçlarımda hissetmiştim. Ağzımdayken tadına bakmış, dilimle damarlarını keşfetmiştim. Büyük, sert ve lezzetli… Bunu düşünmeyi bırakmam lazımdı. İşleri daha da kötü hale getirmekten başka bir işe yaramayacaktı. Gerçek bir erkekliği böylesine hissetmeyeli uzun zaman olmuştu. Ve onun sorusu… İçimde olduğu zaman nasıl hissedeceğimi düşünmeye başladım… İstemsizce, ıslanarak ve de kendimden geçerek. Bunu düşünmek, bana sadece tek bir hayali yaşatıyordu. Oğlumun penisinin, kadınlığıma nasıl girdiğini… O anları düşünürken daha çok ıslanıyor, daha çok ateşin içinde buluyordum kendimi. Vücudum giderek ısınıyordu.
“Bu hiç adil değil…” diye söylendim kendi kendime karanlığın içinde.
Şükürler olsun ki bu, hatırladığım son andı. Saat 3:27 yi gösterirken uyumuş olmalıydım. Sabah 7 de uyandım. Berbat bir üç saatlik uyku çekmiştim.
Kocamla konuşmak için tekrar merkezde randevumuz vardı. 9:30 da orada olmalıydık. Bu konuşmadan sonra onunla aylar boyunca yine konuşamayacaktık. Uydu alanından çıkacaklardı. O yüzden randevuya kesinlikle geç kalmamam gerekiyordu. Sadece saatin alarmını değil, telefonun da alarmını birkaç kere kurmuştum bu yüzden.
Mutfağa gidip kendime bir kahve hazırladım. Sıcak suyu bardağa dökerken yükselen buhara gözlerim daldı. Güneş, gözlerime vururken; gün içinde gerçekten rahatladığım nadir bir an yaşamıştım. Az uyumuş olmama rağmen iyi hissettirmişti.
“İyi uyuyabildin mi anne?”
Arkamı dönüp Barkın’a baktım. Daha farklıydı, dün olanlar pek çok şeyi değiştirmişti. Bunu şimdi daha iyi anlıyordum. Artık eski gözle görmüyordum onu, göremiyordum. Daha farklı hissettiriyordu, tam olarak bir tarifi yoktu bunun. Ama sadece, değişmişti.
“Süper!” dedim sesimi neşeli bir şekilde çıkarmaya çalışarak. Gülümseyerek yalan söylemeyi çok iyi başarabiliyordum, sahte gülüşlerim gerçekten iyiydi.
“Bende!” dedi kahkaha atarak. “Sanırım sen, benden sonra uyudun. Gerçekten bir bebek gibi uyudum. Özellikle, bugün olacakları düşünürken uyuyakalmışım.” dedi göz kırparak.
“Barkın…” dedim iç çekerek. “Konuşmamız lazım, gel otur.”
“Tabi ki anne.” dedi gülümseyerek. Sandalyeye oturup gözlerime bakmaya başladı. “Eee?” dedi. İnanılmazdı, çok tatlıydı.
“Makul ve mantıklı olmanı istiyorum. Düşündüğün, istediğin şeyler gerçekleşmesi imkansız ve mantıksız istekler. Sende bunu biliyorsun…”
“Neden olmasın anne?” dedi tek kaşını kaldırarak. “Bugün seni hamile bırakacağım. Tüm hayatımız boyunca mutlu olacaksın, babam da mutlu olacak. Bunu ailemiz için yapıyoruz anne, sen de bunu biliyorsun. Bu bir görev, olması gereken bir şey. Bir zorunluluk. Olamaması gibi bir ihtimal yok. Yaralarından dolayı, elinden gelmeyen sebeplerden dolayı çocuğu olamaması onun suçu değil. Yaptığı meslekten dolayı bu zararları almış olması da onun suçu değil. O, bizler için tüm bunlara katlanırken, bu bedelleri öderken; bizim basit bir görevden kaçmak istememiz mantıklı mı? Makul olan bu mu?”
Tam gözlerimin içine bakıyordu. Lanet olsun, bu çocuk gerçekten de bana kafayı yedirecekti.
“Baban, pek çok güzel şeyi hak ediyor.” dedim. Onu onaylamak istemiyordum, ama söyledikleri yüreğime dokunmuştu.
“Evet. Ve de sana güzel bir hediye verdiğini düşünüyor. Senin hamile olduğunu düşünüyor. Onun motivasyonu şu anda bu. Onun elinden bunu alamayız.”
“Barkın, tamam ama…” diye itiraz etmeye başlamışken lafımı kesti;
“Babam ne demişti, hatırla. Anne, evin adamı benim.” dedi göz kırparak.
Cevap vermedim.
“Ne gerekiyorsa yapmam lazım, ihtiyaçları karşılamamı, sana iyi bakmamı da söyledi.”
“Onun konuşma tarzı bu, emin ol kasıt ettiği bu değildi.” dedim.
“Hep sorumluluk almam gerektiğini söylerdiniz. Alın işte şimdi alıyorum, o hep derdi bize hatırlamıyor musun; görev çağırıyor. Ve giderdi. Yapması gerekeni yapardı. Ben de yapacağım. Ayrıca sen de, anne… Sen de yapacaksın. Hepimiz üzerimize düşeni yapacağız. Bugün, senin hamile kalman için en güzel gün. Aksi takdirde, birkaç ay sonra bunun üzerine düşünüp pişman olacaksın. Elimizdeki fırsatı çöpe atamayız.”
“Barkın, hayatım, sen benim oğlumsun, kocam değilsin, kendi sorumluluğun var, böyle bir şey değil, sen de dahil olmamalısın-” derken yine lafımı kesti.
“Ama dahil oldum anne. Bir yalan söyledin ve artık ona bende dahilim. Yapılması gereken ne ise onu yapacağım. Bir bebek, 9 ay içinde doğmak zorundaysa, doğacak.” dedi, duruşunda hiçbir tereddüt yoktu. Gerçekten kararlıydı. Zaten bunu hareketleri ile göstermişti. Ama yanlışta ısrarcı olamazdık, o sadece bir ergendi. Böyle kararlar alamazdı, almamalıydı. Dün gece düşündüklerim aklıma geldi. Sorumluluk alan taraf ben olmalıydım.
“Bir anne ve evladı bunu yapamaz Barkın. Ne gerekçe ile olursa olsun…” dedim.
“Onun bizim için ömrünü harcaması hiç mi önemi olmayan bir konu, bu yapılabilir anne. Dün de bunu gördük. Eğer dün durmasaydım, mükemmel günü beklemeseydim belki de çoktan olmuştu değil mi?” diye sordu sandalyesinde geriye doğru yaslanırken gözlerimin içine bakarak.
“Barkın, dün olanları unutmak zorundayız. Bir hataydı, oldu. Bir daha olmayacak. Bugün, babana herşeyin yolunda olduğunu ve hamile olduğumu söyleyeceğim. Aklı kalmasın, babanı düşünüyorsan da onun için en önemlisi aklının rahat olması.”
“Bana, geri döndüğümüzde bebek yapacağımızın sözünü verirsen bunu söylerim. Çünkü o zaman yalan olmaz. Aksi takdirde babam, gerçeği bilir. Hamile olmadığını anlatırım.” dedi, sesindeki soğukluk tüylerimi diken diken etmişti.
“Yapamazsın! Yapamayacağını biliyorum Barkın. Onun kalbi çok kırılır. Bunu ona yapamazsın!” diye haykırdım.
“Söz ver o zaman.” dedi.
“Yapamam…” diye fısıldadım. Çaresiz durumdaydım…